EMİRDAĞ L-2:[130] VE 25.SÖZ:1.ŞU’LE:3.ŞUA:1.CİLVE:1.ŞAVK:
Evvelâ: Bugünlerde Sure-i Ankebut’ta, مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّهِ اَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ âyetini okurken birden şiddetli bir vehim geldi ki: “En zayıf hane örümceğin hanesidir. Allah’a şerik yapanlar faraza bilseler. Yani, imana gelmeyen Kureyş rüesaları eğer bilseler…” manasında olan bu âyetin belâgatına münasib bir vaziyet görülmedi.
Birden aynı zamanda Zülfikar Mu’cizat-ı Ahmediye’yi tashih için açtım. Birden şu satırlar nazarıma ilişti: “Birinci Hâdise: Manevî tevatür derecesinde bir şöhret ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekir-i Sıddık ile küffarın tazyikinden kurtulmak için tahassün ettikleri Gâr-ı Hira’nın kapısında, iki nöbetçi gibi iki güvercinin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi, hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir.
Hattâ rüesa-yı Kureyş’ten, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın eliyle Gazve-i Bedir’de öldürülen Übeyy İbn-i Halef mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: Mağaraya girelim. O demiş: “Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Muhammed (A.S.M.) tevellüd etmeden bu ağ yapılmış gibidir.”
Birden bu âyet-i kerimenin iki harfinde yani لَوْ harflerinde bir mu’cize gördüm ki, benim vehmim yerine yüksek bir lem’a-i i’cazı bildim.
Şöyle ki: Sure-i Ankebut Mekke’de nâzil olduğu için Kureyş’in imana gelmeyen reisleri Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a sû’-i kasd edeceklerini ve o sû’-i kasdın içinde en zayıf ve en küçük bir hayvan olan bir örümcek o reislerin o şiddetli hücumlarına karşı mukabele edip galebe edecek. Yani örümceğin hanesi olan ağ en zayıf bir perde iken o kuvvetli reisleri mağlub edeceğini göstermekle âyet diyor ki: “En zayıf bir hayvana mağlub olacaklarını faraza bilseydiler, bu cinayete ve bu sû’-i kasda teşebbüs etmeyeceklerdi.”
İşte الْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ âyetinde bir kelime ile bir mu’cize-i tarihiye gösterildiği gibi {(Haşiye): Mu’cizat-ı Kur’aniye’de َالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ âyetiyle gark olan Firavun’a der: “Bugün gark olan cesedine necat vereceğim, demesiyle umum Firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temaşagâhına göndermek olan mevtâlûd, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavun’un aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevcelerinin üstünde şu asır sahiline atılacağı mu’cizane bir işaret-i gaybiye ifade eder.
(Haşiyenin haşiyesi): Bu asırda ecnebiler aynı Firavun’un cesedini bulmuşlar. Müzehanelerine götürdükleri, ceridelerle neşredilmiştir.} Mekke’de nâzil olan bu surenin de, bu لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ âyetinde görülen remz ile Gâr-ı Hira hâdisesinde hârika bir hıfz-ı İlahîye ve ihbar-ı gaybî nev’inden bir mu’cize-i Nebeviyeye işaret ile bir lem’a-i i’caz gösterip o sureye Ankebut namı vermek ve onun ehemmiyetsiz ağına ehemmiyet vermek tam yerinde olup, bu âyete gelen şübhe ve evhamları esasıyla reddettiğini gördüm. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrettim ki, Kur’anın surelerinde ve âyetlerinde hattâ cümlelerinde ve kelimelerinde de i’caz lem’aları olduğu gibi, harflerinde de vardır bildim.
EK
Zözlerden
…gibi çok âyâtın ifade ettiği ihbarat-ı gaybiyedir ki, aynen doğru olarak çıkmıştır. İşte pekçok itirazat ve tenkidata maruz ve en küçük bir hatasından dolayı davasını kaybedecek bir Zâtın lisanından böyle tereddüdsüz, kemal-i ciddiyet ve emniyetle ve kuvvetli bir vüsuku ihsas eden bir tarzda böyle ihbarat-ı gaybiye, kat’iyyen gösterir ki; o Zât, Üstad-ı Ezelî’sinden ders alıyor, sonra söylüyor.