Sünuhat:[79]:
S: Âlem-i İslâm ulemasının ortasındaki müdhiş ihtilafata ne dersin ve re’yin nedir?
C: Evvelâ:  {(*)Bir zaman böyle demiştim.}
Âlem-i İslâma gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb’usan ve encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum.
Şeriattan işitiyoruz ki: Re’y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki re’y, ekseriyetin naziresidir. Re’y-i cumhurdan maada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa istidadatın re’ylerine bırakılır. Tâ herbir istidad, terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin. Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır:
Birincisi: Şu istidadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefsü’l-emirde mukayyed ve o istidad ile mahsus olduğu halde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etbaı iltizam edip tamim etti. Mukallidleri taassub edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin red ve hedmine çalıştılar. Şu noktadan müsademe, müşagabe, cerh ve red o derece meydan aldı ki; ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bazan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyet’in tecellisine bir hicab teşkil etmiştir. Lâkin ziya-i şemsten tefeyyüz etmesine istidad bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men’etmektedir.
İkinci Nokta: Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden istidadatlardaki heves ve heva ve mûris âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zira istidad onunla insibağ edip onun muktezasına inkılab etmek lâzım iken; o, onu kendine çevirir ve telkîh eder, kendi emrine müsahhar eder. İşte şu noktadan hüda hevaya tahavvül ve mezheb mizacdan teşerrüb eder. Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.
Fakat kaviyyen ümid ederim ki, kâinatta şu meclis-i âlî, şu meczub sergerdan küre şehrinde millet-i insaniyede ve Âdem kavminde ulema-i İslâm âlemi, bir meclis-i meb’usan-ı mukaddese hükmüne geçecektir. Selef ve halef asırlar üstünden birbirine bakıp mabeynlerinden bir encümen-i şûra teşkil edeceklerdir…
…Sâniyen: Sebeb-i ihtilaf-ı muzır: “Bu haktır” düsturu yerine “Yalnız hak budur” ve “En güzeli budur” hükmü yerine “Güzeli budur” hükmü ikame edilmiştir. (Elhubbu fillah) esas-ı merhametkârı yerine (Elbuğzu fillah) ikame edilmiştir. Kendi mesleğinin muhabbeti yerine, başka meslekten nefret, harekâtında hâkim kılınmıştır. Hakikata muhabbet yerine, ene tarafgirliği müdahale etmiştir. Vesail ve delail, makasıd ve gayat yerine ikame edilmiştir. Halbuki fasid bir delil ile, hak bir netice zihinde ikame edilir. Bâtıl bir vesile ile hak bir gaye, fikirde tesbit edilir. Madem gaye ve maksad haktır; delil ve vesilelerdeki fesad, böyle inşikak-ı kulûba sebebiyet vermemeli.
 Sâlisen: Sebeb-i ihtilaf, hâkim-i zalim olan cerbezedir. Fikr-i tenkid ve bedbînliğe istinad eden cerbeze, daima zalimdir.
S- O sail-i meçhul, tekrar der: Cerbeze nedir?
C- {(*): Bir zaman aşiretlere böyle cevab vermiştim.} Müteferrik büyük işlerde, yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.
{(**): Çirkin emirler, çirkin şeylerle tasvir edilir. Gelecek temsillerde kusura bakma.}
Meselâ: Bir aşiretin herbir ferdi, bir günde attığı balgamı, cerbeze ile vehmen tayy-ı mekân ederek birden bir şahısta o muhassalı temsil edip başka efradı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa..
Veyahut bir sene zarfında birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-ı zaman ederek, bir dakika-i vâhidede, o şahs-ı hazırda sudûrunu tasavvur etse; acaba evvelki adam ne derece müstakzer, ikinci adam ne derece müteaffin.. hattâ hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa mağaralarından kaçsalar, akıl onları tevbih etmeğe hakkı olmayacaktır.
İşte şu cerbezenin tavr-ı acibi; zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile herşeyi temaşa eder.
Hakikaten cerbeze, enva’iyle garaibin makinesidir.
Görülmüyor mu ki, cerbeze-âlûd bir âşıkın nazarında, umum kâinat, birbirine muhabbet ile müncezib, rakkasane hareket edip gülüşüyor… Veyahut çocuğunun vefatıyla matem tutan bir vâlidenin cerbeze-âlûd me’yusiyeti nazarında, umum kâinat hüzün-engizane ağlaşıyor. Herkes, istediği ve haline münasib gördüğü meyveyi koparır.
Bu makamda size bir temsil: Meselâ: Sizden yorulmuş yolcu bir adam, yalnız bir saat tenezzüh etmek üzere, gayet müzeyyen ve müzehher bir bahçeye girse (nekaisten müberra olmak, cinan-ı Cennet’in mahsusatından ve her kemale bir noksanı karıştırmak, şu âlem-i kevn ü fesadın mukteziyatından olmakla) şu bahçenin müteferrik köşelerinde bazı pis ve murdar şeyler bulunduğu için, inhiraf-ı mizac sevki ve emri ile, yalnız o taaffünatı taharri ve o murdar şeylere idame-i nazar eder. Güya onda yalnız o var. Hülyanın hükmüyle fena hayal tevessü’ ederek, o bostanı bir selhhane ve mezbele suretinde gösterdiğinden midesi bulanır ve istifra eder, kemal-i nefretle kaçar.
Acaba, beşerin lezzet-i hayatını gussedar eden böyle bir hayale, hikmet ve maslahat rûy-i rıza gösterebilecek midir?
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Müslümanlarda birliğin sağlanamamasının sebebi nedir? -Mükemmel bir psikolojik ve sosyolojik analiz-